top of page

Çocukları Güldüren Yetişkinleri Ağlatan Bir Film: Inside Out 2

Güncelleme tarihi: 12 Tem 2024

Pixar’ın animasyon filmi Inside Out’ un (Ters Yüz) ikinci filmi Haziran ayında vizyona girdi. Animasyon filmlerinin genelde çocuklar için olduğuna dair bir kanı yaygın olsa da bu filmin her yaştan seyirci için etkileyici bir tarafı olduğu görülüyor.

Film, Riley isimli karakterin zihnindeki duyguları başrolde konumlandırıyor. Bu filmde Riley ergenliğe giriyor ve şimdiye kadar hayatını birlikte sürdürdüğü; Neşe, Üzüntü,Korku, Öfke ve İğrenme duygularının yanında yeni duygular ile tanışıyor. Bu yeni duygular; Kaygı, Gıpta, Bıkkınlık ve Utanç. Yeni gelen duygular ve ergenliğin yıkıcı gücü Riley’nin beynindeki komuta merkezini yerle bir ediyor. Bir yandan da Riley’nin hayatının merkezindeki en önemli iki alanda ciddi değişimler yaşanmakta: Arkadaşları ve Hokey.

Bu değişimlerle başa çıkmakta zorlanan Riley’yi gelecekteki ihtimallere hazırlamak ve onu koruyabilmek için Kaygı,Riley’nin zihninin içinde fazla mesai yapmaya başlıyor. Riley’nin arkadaş edinebilmesi, başarılı olabilmesi, yalnız kalmaması için elinden geleni yapan Kaygı; Riley’nin her hareketinin ardındaki itici güç olarak devreye gidiyor.

Bu noktada filmin psikoloji literatürüne selam çakan taraflarını daha da detaylı görmeye başlıyoruz. Riley’nin kendi benliğine dair sahip olduğu Temel İnançları şimdiye kadar deneyimlediği olaylar ve duygularla şekilleniyor.

Ailesi ve arkadaşları tarafından sevilen ve hayatında iyi deneyimleri çoğunlukta olan Riley’nin temel inancı başlangıçta: “Ben iyi bir insanım.” şeklindeyken Kaygı karakteri beyninin komuta merkezini ele geçirip Riley’nin temel inancını sarsıyor.

Yaşadığı yeni deneyimlerin arkasındaki temel duygu olarak devreye girdiğinde Riley kaygı ile güdülenmiş ara inançlar oluşturmaya başlıyor: “Hokeyde iyi olursam arkadaş edinebilirim.”, “Başarılı olursam yalnız kalmam”. Koşullara bağlı olan bu ara inançlar kişiyi kendi sınırlarını zorlamaya, mükemmeliyetçi olmaya, kendini tüketmeye ve hırslanmaya sürükleyebilirken aslında en büyük işlevi kişiyi olumsuz Temel İnancın korkutucu realitesinden korumak oluyor. Kaygıyla güdülenmiş bu deneyimler ve ara inançların oluşumuyla Riley’nin yeni Temel İnancı şuna dönüşüyor: “Yeterince iyi değilim.”

Bilişsel Davranışçı Terapinin temel teorilerine göre kişinin Temel İnançları çocukluk yaşantıları ile şekillenen,kendine, dünyaya ve geleceğe yönelik, değiştirilmesi güçköklü inançlardır. Bu inançlar Riley’nin örneğindeki gibi “Ben yeterince iyi değilim” benzeri oldukça sarsıcı ve yaralayıcı inançlar olabilirler.

Kişinin bu inançla bilinçli bir seviyede yüzleşmesi oldukça güçtür. Bu inancın gerçek olduğuna işaret eden kanıtlardan kaçınmak gerekir. Bu noktada “Başarılı olursam yalnız kalmam.” gibi ara inançlar devreye girer. Kişi yetersizlik inancıyla yüzleşmemek amacıyla başarılı olmak için elinden geleni yapar. Bu temel inanç ve ara inançlar kişinin düşüncelerine ve günlük hayattaki davranışlarına yansır ve duygularını etkiler. Kişi başarısızlığa dair en ufak bir durumla karşılaştığında temel inançları tetiklenir ve kaygı, üzüntü, öfke gibi zorlayıcı duygular hisseder. Bu da kişiyi oldukça yıpratan bir döngüdür.

Kişilik ve inançlar deneyimlerle şekillenir. Çocuklukta bolca sağlıklı deneyime maruz kalan Riley’nin, ergenlikte dengesi şaştığında yine de toparlanabilmesinin en büyük sebebi bütün duygularını kabul edebilir hale gelmesindendi. Riley’nin zihninde komuta merkezini tek başına yöneten Kaygı, Riley’nin geleceğini planlamayı, onu başarılı ve özünde mutlu biri yapmayı hedefliyordu. Fakat çok fazla Kaygı ile Riley hata yapmaya, mutsuz olmaya, kendinden şüphe etmeye ve “Yetersiz” olduğuna inanmaya başladı.

Filmde, bütün duygular Riley’nin bir parçası olduklarında ve bastırılan “olumsuz” duyguların ya da anıların da yüzeye çıkmasına izin verdikleri noktada Riley’nin Yetersizlik Temel İnancı değişti. Bu noktada Riley’nin kişiliği; İyi bir insan olduğunu, iyi bir dost olduğunu, bazen yetersiz kalabildiğini, bazen bencil olduğunu, bazen hatalar yaptığını kabul eden birçok farklı duyguyu hisseden ve hepsine yer açan kompleks ve üç boyutlu bir noktaya evrildi.

Filmin baş karakterlerinden Neşe’nin her zaman Riley’i mutlu etmek gibi bir hedefi var. Bu hedef ilk filmde Üzüntü’ yü baskılamasına sebep olarak çok fazla sıkıntıya yol açmıştı. Filmin sonunda Neşe her duygunun Riley için ne kadar önemli olduğunu öğrenmişti.

Bu filmde yine Neşe’yi Riley’i zorlayan, canını sıkacak, hatırlamak istemeyebileceği anıları bilinçdışının derinliklerine yollarken görüyoruz. Onların Riley’nin kişiliğinin bir parçası olmasını istemiyor. Adeta Riley’i mutlu etmeye çalışırken “olması gerektiği gibi” biri yapmaya çalıştığının kendisi de farkında değil. Filmin sonunda Kaygı karakteri Riley’nin kendisi olmasına izin verdiğinde Neşe,kendisinin de aynı hataya düştüğünü fark ediyor.

Günümüzde çok moda olan; “Her zaman mutlu olmalı, pozitif bakmalıyız” yaklaşımlarına film bu noktada harika bir cevap veriyor. Zor duygular ve deneyimler de bizim bir parçamızdır. Onlar da kişiliğimizin gelişimine katkı sağlar, bizi güçlendirir zaman zaman korurlar, deneyim kazanmamızı sağlarlar. Onları inkâr ettiğimizde sadece bastırmış ve kaçınmış oluruz.

Inside Out, çocukların ve ergenlerin duygular hakkında eğlenerek bilgi edinmesini ve bilinçlenmesini sağlarken yetişkinlere de oldukça dokunan ve duygulandıran bir film olma özelliği taşıyor.

Peki yetişkinleri filmin hangi özellikleri bu kadar etkilemiş olabilir?

Filmde Neşe karakterinin bir repliği belki de en vurucu sahnelerden birisi: “Belki de büyüdükçe artık daha az Neşe hissediyorsundur.” Hayatımızın kaygı tarafından ele geçirildiği ve yetişkin olmakta zorlandığımızı hissettiğimiz noktalarda Neşe duygusunu bazen unutup gidebiliyoruz. Nelerden keyif aldığımızı bilmediğimiz ya da onlara zaman ayıramadığımız bir yaşantıda sürüklendiğimizi hissedebiliyoruz. Film bunu dile getirerek bize içimizdeki çocuğu hatırlatıyor. Başarılı olmak, arkadaş edinmek, yalnız kalmamak “yeterince iyi” görünmek gibi kaygıları ilk deneyimlemeye başladığımız yaşlara götürüyor bizi. Birçok yetişkin için hayat büyüdükçe çok daha siyah beyaz bir yere dönüşebiliyor farkında olmadan.

Duyguları olumlular ve olumsuzlar diye ikiye ayırabiliyoruz. Filmde bütün duyguları hissedip onları yaşamaya izin verdiğimizde hatta onlara sarıldığımızda kendimiz olabildiğimiz ve sonunda rahatladığımız bir sahne izliyoruz. Çocuklar için duyguları kendiliğinden özgürce hissetmek ve yaşamak ne kadar doğalsa yetişkinlikte de bu bir o kadar zorlaşabiliyor. Asıl hedef kitlesi çocuklar olan bir film ile kendimize duygularımızı kabul etmeyi hatırlattığımızda belki de çoğumuz kendi çocukluğumuza sarılmak istemiş olabiliriz.

Riley’nin benliğinin oluşumunu izlerken iyi bir insan olmanın tek ve sabit bir şey olmadığını her yönüyle kendini kabul ettiğinde sağlıklı ve huzurlu olabildiğini görüyoruz. Birçok kişi için bunu başarabilmek oldukça zor. Belki de bu yüzden film yetişkinlerin içindeki çocuğa bu kadar güçlü bir şekilde dokunabiliyor.

 

Psikolog Özge Talman

 

 
 
 

Comments


bottom of page